Randevu için : 0 532 730 93 11
Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT), kişinin düşünce biçimi, duygusal tepkileri ve davranışları arasındaki etkileşimi temel alan, bilimsel olarak etkinliği kanıtlanmış bir psikoterapi yaklaşımıdır.
Bu model, kişinin yaşadığı sorunların büyük ölçüde olaylardan ziyade, o olayları nasıl yorumladığıyla ilişkili olduğunu kabul eder. Yani, düşüncelerimiz duygularımızı, duygularımız da davranışlarımızı şekillendirir.
Terapi sürecinde amaç, kişinin otomatik ve işlevsiz düşüncelerini fark etmesini ve bunları daha gerçekçi, işlevsel düşüncelerle değiştirmesini sağlamaktır.
Böylece kişi yalnızca duygusal yükünü hafifletmekle kalmaz, sorunlarla baş etme becerilerini de geliştirir.
BDT depresyon, anksiyete bozuklukları, panik bozukluk, obsesif kompulsif bozukluk, travma sonrası stres bozukluğu, yeme bozuklukları ve uyku sorunları dahil olmak üzere pek çok alanda başarıyla uygulanmaktadır.
BDT genellikle haftalık seanslar şeklinde yürütülür. Her seans ortalama 45–60 dakika sürer ve terapi süresi genellikle 6–20 seans arasında değişir.
Danışan, seanslar arasında kısa ödevler yaparak terapi sürecine aktif olarak katılır. Bu ödevler, terapide öğrenilen becerilerin günlük yaşama taşınmasını sağlar.
Terapist, danışanın yaşamındaki zorlukları birlikte analiz eder ve düşünce-duygu-davranış ilişkisini görünür hale getirir. Böylece danışan, yaşamındaki tekrar eden döngüleri fark edip değiştirmeyi öğrenir.
BDT, psikiyatri ve psikoloji alanında en geniş araştırma desteğine sahip terapi modellerinden biridir.
Yapılan çalışmalar, hem kısa vadede semptom azalması sağladığını hem de uzun vadede nüks riskini azalttığını göstermektedir.
Bu yönüyle BDT, günümüzde birçok uluslararası kılavuz tarafından “altın standart” psikoterapi yöntemi olarak önerilmektedir.
İnsomnia, yani uykusuzluk; uykuya dalmakta zorlanma, sık uyanma veya sabah erken uyanma ile karakterize, en yaygın görülen uyku bozukluğudur.
Kısa süreli dönemlerde stres veya yaşam değişiklikleriyle ortaya çıkabilir, ancak üç aydan uzun süren durumlar kronik insomnia olarak tanımlanır.
Kronik uykusuzluk yalnızca geceyi değil; gündüz dikkat, bellek, duygu durumu ve genel sağlık üzerinde de belirgin olumsuz etkiler yaratır.
İnsomnia terapisi, ilaç dışı tedavi yöntemleri arasında altın standart kabul edilen Bilişsel Davranışçı Terapi – İnsomnia (CBT-I) yaklaşımına dayanır.
CBT-I, kişinin uyku alışkanlıklarını, uykuya ilişkin düşüncelerini ve davranışlarını yeniden düzenleyerek uykuyu doğal hâline döndürmeyi hedefler.
Bu terapi, yalnızca uyku süresini değil, uykunun kalitesini ve dinlendirici etkisini de artırır.
CBT-I genellikle 4–8 seanslık kısa bir program şeklinde uygulanır.
Tedavi sürecinde kullanılan bazı teknikler şunlardır:
Uyaran kontrolü: Yatak ve uyku arasındaki zihinsel bağlantının yeniden kurulması.
Uyku kısıtlaması: Uyku verimliliğini artırmak için yatakta geçirilen sürenin düzenlenmesi.
Gevşeme egzersizleri: Bedensel gerginliğin azaltılması ve uyku öncesi rahatlamanın sağlanması.
Bilişsel yeniden yapılandırma: “Nasıl olsa yine uyuyamayacağım” gibi olumsuz düşüncelerin fark edilip değiştirilmesi.
Terapinin en önemli yönü, kişinin uykuya dair kontrol duygusunu yeniden kazanmasıdır.
CBT-I, dünya genelinde Amerikan Uyku Tıbbı Akademisi (AASM) ve Avrupa Uyku Araştırmaları Derneği (ESRS) tarafından önerilen birinci basamak tedavi yöntemidir.
Araştırmalar, bu yöntemin uzun süreli ilaç tedavilerinden daha etkili ve kalıcı olduğunu göstermektedir.
Uygun şekilde uygulandığında, hastaların büyük çoğunluğu ilk birkaç hafta içinde belirgin iyileşme yaşar.
Cinsel terapi, bireylerin veya çiftlerin yaşadığı cinsel işlev bozukluklarını anlamak, nedenlerini belirlemek ve çözüm yolları geliştirmek amacıyla uygulanan bilimsel bir psikoterapi yöntemidir.
Bu yaklaşım, yalnızca bedensel işlevi değil, cinselliğe dair düşünceler, duygular, tutumlar ve iletişim biçimlerini de ele alır.
Amaç, kişinin kendisiyle ve partneriyle olan ilişkisinde daha sağlıklı, güvenli ve tatmin edici bir cinsellik geliştirmesidir.
Cinsel terapi, hem kadınlarda hem erkeklerde görülen birçok sorunda etkili bir tedavi yöntemidir.
Sık karşılaşılan başvuru nedenlerinden bazıları şunlardır:
Kadınlarda: Cinsel isteksizlik, orgazm güçlüğü, ağrılı cinsel ilişki (vajinismus, disparoni)
Erkeklerde: Erken boşalma, sertleşme güçlüğü, performans kaygısı, cinsel istekte azalma
Çiftlerde: Cinsel uyumsuzluk, iletişim sorunları, duygusal uzaklaşma
Cinsel işlev bozuklukları genellikle hem psikolojik hem de fizyolojik etkenlerin birleşimiyle ortaya çıkar. Bu nedenle değerlendirme süreci bütüncül bir yaklaşımı gerektirir.
Cinsel terapi, bilişsel-davranışçı terapi ilkelerine ve duyum odaklı egzersizler gibi özel tekniklere dayanır.
Terapide amaç, kişinin cinselliğe dair olumsuz inançlarını ve kaygılarını fark etmesi, beden farkındalığını artırması ve partneriyle açık iletişim kurabilmesidir.
Seanslar bireysel veya çift olarak yürütülebilir.
Uygulamalar;
Cinsel mitlerin ve yanlış inançların çalışılması,
Kaygı azaltma egzersizleri,
Bedensel farkındalık ve duyum çalışmaları,
İletişim becerilerinin güçlendirilmesi
gibi aşamalardan oluşur.
Her süreç kişiye özeldir; utanma, suçluluk ya da yargılanma duygusu olmadan, güvenli bir terapi ortamında yürütülür.
Cinsel terapi, bilimsel olarak etkinliği kanıtlanmış bir yaklaşımdır ve çoğu durumda cerrahi veya ilaç tedavisine gerek kalmadan kalıcı çözümler sunabilir.
Araştırmalar, doğru tanı ve düzenli terapi süreciyle, hastaların %70–90’ında belirgin iyileşme sağlandığını göstermektedir.
Terapinin sonunda kişi yalnızca cinsel işlev açısından değil, özgüven, beden imajı ve ilişki doyumu açısından da olumlu değişimler yaşar.
Transkraniyal Manyetik Stimulasyon(TMS)
Transkraniyal Manyetik Stimülasyon (TMS), beyin bölgelerine manyetik alanlar aracılığıyla kısa ve tekrarlayıcı uyarılar verilmesini sağlayan, ilaçsız ve noninvaziv (cerrahi olmayan) bir tedavi yöntemidir.
Bu yöntemde, beynin duygudurum, motivasyon ve dikkatle ilişkili bölgelerindeki sinir hücrelerinin aktivitesi düzenlenir. Böylece nöronal iletişim güçlenir ve ruhsal belirtilerin hafiflemesi hedeflenir.
TMS, özellikle ilaç tedavilerine yanıt vermeyen depresyon (tedaviye dirençli depresyon) olgularında etkinliği kanıtlanmış, güvenli bir seçenek olarak öne çıkar.
TMS, başta depresyon olmak üzere çeşitli psikiyatrik ve nörolojik durumlarda kullanılabilir.
En sık uygulandığı alanlar şunlardır:
Tedaviye dirençli depresyon
Anksiyete bozuklukları
Obsesif kompulsif bozukluk (OKB)
Travma sonrası stres bozukluğu (TSSB)
Kronik ağrı ve migren
Uyku bozuklukları
Klinik araştırmalar, TMS’nin beyinde duygudurum düzenleyici ağlar üzerinde doğrudan etki yaratarak kalıcı iyileşme sağlayabileceğini göstermektedir.
TMS uygulaması sırasında kişi uyanık ve rahat bir şekilde oturur. Baş bölgesine yerleştirilen elektromanyetik bir coil aracılığıyla, belirlenen beyin bölgelerine kısa manyetik uyarılar gönderilir.
Bir seans ortalama 10–30 dakika sürer ve genellikle haftada 5 gün, 4–6 hafta boyunca uygulanır. Son dönemde daha yoğunlaştırılmış ve kısa süreli uygulama protokolleri (theta-burst TMS, accelerated TMS vb.) giderek artan sıklıkta kullanılmaya başlanmış ve bu sayede hızlı etki ve kısa tedavi süresi konularında önemli gelişmeler sağlanmıştır.
TMS, anestezi veya sedasyon gerektirmez; hasta seansın hemen ardından günlük yaşamına dönebilir.
Yan etkiler genellikle hafif ve geçicidir — en sık görüleni kısa süreli ve genelde ağrı kesici gerektirmeyen baş ağrısı veya uygulama bölgesinde hafif uyuşma karıncalanma türünde bir rahatsızlık hissidir.
TMS, ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) ve Avrupa Birliği tarafından depresyon tedavisinde onaylanmış bir yöntemdir.
Yapılan klinik çalışmalar, uygun şekilde uygulandığında vakaların %60–70’inde belirtilerde belirgin düzelme sağladığını ve bazı hastalarda tam remisyonun(iyileşmenin) mümkün olduğunu göstermektedir.
TMS tedavisi, beynin kimyasal dengesini doğrudan değiştirmeden, nöronal ağları yeniden düzenleyen nöromodülasyon temelli bir yaklaşımdır.
Bu nedenle ilaç tedavilerini tolere edemeyen veya yeterli yanıt alamayan hastalar için etkili, güvenli ve modern bir tedavi seçeneğidir.
Psikofarmakoloji, ruh sağlığı bozukluklarının ilaçla tedavisini inceleyen tıp dalıdır.
Bu alan, beynin kimyasal işleyişini ve sinir hücreleri arasındaki iletişimi anlamaya, psikiyatrik belirtileri hafifletmek için ilaçların nörobiyolojik etkilerinden yararlanmaya odaklanır.
Amaç, sadece belirtileri baskılamak değil, beyindeki dengesizlikleri düzenleyerek kişinin düşünce, duygu ve davranışlarında kalıcı iyileşme sağlamaktır.
Ruhsal hastalıkların çoğunda, beynin kimyasal iletiminde rol oynayan nörotransmiterlerin (serotonin, dopamin, noradrenalin, GABA vb.) dengesinde bozulmalar saptanmıştır.
Psikofarmakolojik ilaçlar, bu maddelerin salınımını, geri alımını veya reseptör düzeyindeki etkilerini düzenleyerek beyindeki iletişimi dengelemeye yardımcı olur.
Bu sayede depresyon, anksiyete, obsesif kompulsif bozukluk, bipolar bozukluk, şizofreni, dikkat eksikliği ve uyku bozuklukları gibi birçok durumda belirtiler azalır, işlevsellik artar.
Psikofarmakolojik tedavi, her bireyin biyolojik, psikolojik ve sosyal özellikleri göz önünde bulundurularak kişiye özel biçimde planlanır.
İlaç seçimi; belirtilerin türü, önceki tedavi öyküsü, yan etki toleransı ve eşlik eden sağlık durumları dikkate alınarak yapılır.
Tedavi süreci, düzenli psikiyatrik değerlendirmelerle izlenir; gerekirse ilaç dozları veya tedavi kombinasyonları yeniden düzenlenir.
Bazı durumlarda psikoterapi ile birlikte uygulandığında, ilaç tedavisi çok daha etkili ve kalıcı sonuçlar sağlar.
Modern psikofarmakoloji, kanıta dayalı tıp ilkelerine dayanır.
Kullanılan ilaçlar, uzun yıllar süren klinik araştırmalarla etkinlik ve güvenlik açısından değerlendirilir.
Yan etkiler açısından düzenli takip yapılması ve tedavi sürecinde hasta-hekim iletişiminin güçlü olması büyük önem taşır.
Doğru planlandığında psikofarmakolojik tedavi, birçok psikiyatrik bozuklukta kişinin yaşam kalitesini, sosyal uyumunu ve duygusal dengesini yeniden kazanmasına yardımcı olur.